Ana içeriğe atla

MÜCELLÂ (NAZAN BEKİROĞLU)

Nazan Bekiroğlu’nun 2015 Kasım ayında ilk baskısı yapılan son romanı.
Romanın başkişisi Mücellâ’nın hikayesinden ibaret değil anlatılanlar elbet. Mücella’nın annesi Neyyire Hanım, abisi Fahir ve mahalle komşuları.
Eski konak ve yalı hayatı da anlatılıyor tabii ki kitapta.
Apartmanlaşmaya yenik düşmüş bir şehrin trajik hikayesi de roman ayrı bir hava katıyor.
Darbe dönemlerinin halktaki yansımalarını da görmekteyiz eserde.
Mücella’nın abisi Fahir’in Almanya’ya iş bulmak için gitmesi ve bir daha Türkiye’ye dönmemesi, çocuklarını orada büyütmesi ve torunlarının da orada yaşaması, artık Alamanyalı olmaları da dönemin gerçeklerinden. Mücella’nın annesi Neyyire Hanım vefat etmesi üzerine Fahir’in Almanya’dan annesinin cenazesine yetişmemiş olsa da gelmesi ve Mücella’nın ona : “Abi artık dönmeyecek misiniz?” demesi üzerine  Fahir’in : “Artık dönemeyiz.” demesi de eserine dokusunu oluşturan ayrı bir yön.
Gelin kaynana sorunları da işlenmekte eserde Neyyire Hanım ile Fahir’in karısı Keriman arasında. Neyyire Hanım: “ Ne sen benim cenazeme gel ne  ben senin!” biçiminde özetlenebilecek ağır bir söz etmişti. Öldüğünde de gelmemişti zaten Keriman.
Romanın yüzüncü sayfalarına doğru Mücella’nın akıbetinin Halit Ziya Uşaklıgil’in hikayesi olan Ferhunde Kalfa gibi olacağı zehabına kapılmıştım. Sayfalar ilerledikçe bu yargım pekişmişti. Romanın son sayfalarına doğru Nazlıgül, Mücella’ya söylemişti Ferhunde Kalfa’ya ne kadar benzediğini.
Nazan Bekiroğlu, her zamanki gibi üslubunu burada da konuşturmuş. Etkileyici bir  roman.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fuzuli'nin Gazelleri

GAZEL - 1 1. Dostum âlem seninçün ger olur düşmen bana Gam degil zira yetersin dost ancak sen bana 2. Aşka saldım ben beni pend almayıp bir dosttan Hiç düşmen eylemez anı kim ettim ben bana

OĞLUM-HİkÂYE

Bu öykümü özel çocukları olan dünyanın en özel en fedakar annelerine armağan ediyorum. Sevgimle... OĞLUM Doktorun muayenehanesinden çıktığımızda, şu an da olduğu gibi gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Eşim, çocuğumuzda bir tuhaflık var dediğimde, bana kızıp, küfrettiği gibi, doktora küfretmeye başladı. “Aslan gibi oğlumu, neden psikiyatra götüreyim” diye söylenip, durdu. O yıllar, Sivas’ta çocuk psikiyatrı değil, psikiyatr bile yoktu. Mahmut’umu, Ankara’ya bir psikiyatra götürmek için, babasını ikna edebildim. Nasıl ikna edebildiğimi ne düşünmek, ne de söylemek istiyorum. Ankara’da, çocuk psikiyatrının teşhis koyması çok uzun sürmedi. Gözlerime baktı, “Mahmut otistik” dedi. Otistik… Otizm ne ola… Otistik ne ola… İlacı… Nasıl ilacı olmaz… Vardır bir ilacı… Yok mu? Peki, kaç yaşında geçer… Hiç geçmez mi… Ben iyi bir annemiyim… Babasına yazıklar mı olsun… Olsun be doktor, babasına yazıklar olsun, nasıl anladın ki bunları… Mahmut’umun sırtında dayak...