Ana içeriğe atla

Kayıtlar

hikaye etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Karıncalar-Samim Kocagöz

 Kırlarda, Hermes’in oğlu Pan, dolaşıyordu. Binlerce yıldan beri gelip geçen binlerce Temmuz aylarından biriydi. Zaten yüzyıllarca önce İmparator Tiberinus’e, “Büyük Tanrı Pan öldü!” diyenler, yalan söylemiştir. O, tanrısal Ege’nin mavi kıyılarında, yeşil ormanlarında, bereketli toraklarında, kendisinden kaçıp durgun sularda saza dönen peri kızı Sirnikis’i hâlâ arar durur. Onun saz olan bedeninden yaptığı flütünü üflemekten yorulmaz. Bugün de Pan, sevgili yurdumuzun çam ormanlarının dallarında, yapraklarında inleyen rüzgârdır, kırlarında çın çın çınlayan doğanın sesidir. Pan, eskiden peri kızlarını kovalar, korkutur, kaçırırmış. Bugün, bu toprağın çocuklarının, kırlarda, tarlalarda çalışan insanlarının iki yakasında döner dolaşır. Çapadan beli ağrıyan, çift sürerken yorulan bu gidenlerin insanları, bir soluk almak için doğrulduklarında, gözlerini mavi göklere, beyaz bulutlara, yeşil ağaçlara kaldırır, Pan’ı ararlar, onun sesine kulak verirler. Ali Tosun da tarlaların arasındaki toz...

Yaşanmaz-Yusuf Atılgan

  YAŞANMAZ Kalk, kalk” diyordu biri, duyuyordum. Sol yanağım yanıyordu. Adamın vurduğu yanağımdı bu. Kolumdan tuttu kaldırdı. Gücün doğruldum. Beş altı kişi durmuş, bana bakıyorlardı. Bir de çocuk vardı. Tümünü gördüm bir bakışta. Gözleri şakıyordu. Geçen gün sucuk aldığım bakkalın gözleri geldi aklıma. Dayanamayacaktım; kahderici bir sıkıntı vardı içimde. Birden hatırladım. Eve varınca kendimi öldürecektim. Rahatladım. Dikilenlerden biri: - Sulanır mısın herifin karısına!.. dedi. - Yalan! dedim, kaygısızca. - Susun be! dedi. Ne var gülecek? Dağılsanıza siz. Üstümdeki tozları silkiyordu eliyle. Tanımadığım biriydi. Önce çocuk yürüdü; sonra ötekiler. İkimiz kaldık yalnız. Üstümdeki tozları silkiyordu boyuna. Yüzüm yanıyordu. - Ben Ali'yim, dedi. “Ali'ymiş.” - Bir Ali vardı Manisa'da… - Buralıyım ben, dedi. Şimdi sokaktan geçenler bana bakmıyorlardı. Yediğim yumruğu görmemişlerdi. - Eyvallah, dedim. Gidecektim. Kolumdan tuttu. - Olmaz. Kan var yüzünde. Şuracıkta odam, gel de ...

SAATLER-SABAHATTİN KUDRET AKSAL

Beyoğlu’nun ara sokaklarındaki lokantalardan birinde öğle yemeği yedim. Acele etmeden yürüyerek caddeye çıktım. Gözüm Parmakkapı durağının karşısında asılı saate kaydı. Biri beş geçiyor. Bir sinemanın iki buçuk matinesine gireceğim; gireceğim ya daha vakit var. Bugün, hiç olmazsa şimdi, o kadar kaygısızım ki. Bir düşüncem de yok, derdim de. Bana sorsalar şimdi, kendinden söz aç deseler, şaşırır kalırım. Ne derim? Şimdi yemek yedim derim, biraz sonra da sinemaya gireceğim. Başka bir şey söyleyemem. Bugün kaygılarının tümünü bir kenara atmış bir okul kaçağı gibiyim. Bir gün, on yedi, on sekiz yıl kadar önce bir gün, bir sabah erken, bilmiyorum nasıl bir özlemin kokusu burnumda, kendimi sokağa atmıştım. Uzun bir yolu yürümüş, köprüyü geçmiş, ver elini Gülhane Parkı demiştim. Sıranın birine oturmuş, kalın bir ağacın gövdesine bıçakla oyulmuş bir yüreğe saplı oka bakmıştım. Parkların kanepelerine, ağaçlara kazılan şu yüreğe saplı ok resimleri için düşündüklerimi anımsıyorum şimdi. Sevdayı t...

ÇOK GEÇ OLMADAN

Ertesi gün ameliyat olacağı için gündüzden bütün evi dipten bucaktan temizlemiş, pırıl pırıl yapıp duşunu almış ve biraz uyumak için yatağına uzanmıştı. Annesi bir kadının evi her zaman temiz olmalı temizlik diriye de ölüye de lazım derdi. Annesi aklına gelince dudaklarına acı  bir tebessüm gelip yerleşti ve içinden, haklısın canım annem bak ben de evimi temizledim ölürsem herkes evimi temiz görecek, yaşarsam da kendim evime gelip tertemiz oturacağım diye düşündü. Son zamanlarda hiç iyi değildi  yemek yiyemiyor, hızla kilo kaybediyordu. Gittiği doktorlar, karaciğer kanserisin mecburen ameliyat olman lazım demişlerdi. İlk önce kabul etmemiş gittiği yere kadar demiş ama ağrıları dayanılmaz olunca mecburen kabul etmişti. Oğluna üzülmesin diye kanser olduğunu söylememişti.  Fidan elli iki yaşında adı gibi fidan bir kadındı. Babası başlık parasını çok istediği için çok sevdiği kocasıyla kaçarak evlenmiş, kaçarak evlendiği için de babası tarafından evlatlıktan reddedilmişt...

BAYRAM TEBRİĞİ-HİKÂYE

Aziz Nesin'in bu bayram tebriği hikayesini kahkaha atmadan okuyabilecek misiniz bakalım? "1965 senesiydi.İşe gireli henüz iki hafta olmuştu. Bir genel müdürlük, özel kalem müdürünün yardımcısıydım. Bayrama on gün kala, müdürüm hastalandı ve rapor aldı. Ertesi gün genel müdür beni odasına çağırdı. -Buyrun efendim. -Tebrik kartları hazır mı evladım? -Hangi tebrik kartları efendim? -Eyvahlar olsun, Şükrü sana söylemedi mi? Bayram geldi, tebrik kartı göndermeli. Şimdiye çoktan postaya vermiş olmamız gerekirdi. -Hiç haberim olmadı efendim -Hemen, hemen hemen ! Yarına istiyorum üç bin adet kartı sabaha kadar yaz ve postaya ver. -Emredersiniz efendim! dedim ve odadan çıktım. Ancak üç bin adet bayram tebrik kartını tek tek nasıl yazacağım? Genel müdür, kartların çini mürekkeple ve güzel bir yazıyla yazılmasını isterdi. Üç bin adet kartın iki bin tanesini makamca kendinden aşağıda olanlara şu şekilde yazacaktım: "Bayramını kutlar, gözl...

DOSTLUK

Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış… Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini… Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam, “Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer” diye söylenmiş. Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan...

VEDA BUSESİ ŞİİRİNİN HİKAYESİ

Veda busesi sözleri itibariyle iki aşığın birbirine yazdiği şiir olarak algılanmıştır hep. Fakat Veda busesi adlı şiir Orhan Seyfi Orhon'un kanserden ölen kızına yazdığı bir eserdir. Bu ünlü şiirin hikayesi şöyle anlatılmaktadır. Babası kızının kapısını açarken biraz duraksadı. Sessizce kapının kolunu aşağı indirdi, kızının bugün daha iyi olması için dua etti. Gün boyunca kızına doyasıya sarılmayı düşünüyordu. O yüzden bütün işlerini iptal etmiş, akşama kadar onun yanında oturmayı planlamıştı. Uyuyup uyumadığını kontrol etmek için usulca yatağın üstüne eğildi.Kızı perişan halde görünüyordu. Gözleri hemen yaşaran baba, kızının bu halini görmesini istemediği için usulca eğildi ve dudaklarını kızının alnına koydu. Öpmedi çünkü öpmek çok kısa bir andı. Öylece durdu ve derin derin nefes alarak kızının kokusunu içine çekti Baba kızının alnında öylece durdu. Biraz daha dursaydı gözyaşları kızının yüzüne damlayacaktı, ağladığı anlaşılacaktı. Yatağın yanındaki sandalyeye oturdu....

Mutluluğun Anlamını Öğrenmiş Yalnız Bir Hanımın Hikayesi

72 yaşında, ufak tefek, kendinden emin,  her sabah sekizde giyinip kuşanan, saçlarını kıvırıp makyajını yapan yaşlı bir hanım bir gün huzur evine taşınır. (Kocası yıllar önce vefat etmiştir.) Huzur evinin kapısında sabırla beklenen dakikaların ardından, odasının hazır olduğu söylendiğinde tatlı tatlı gülümser. Huzur evindeki görevli kız yürütecini asansöre yönlendirdiği sırada, kendisine odasını anlatmaya başlar, penceresinde asılı perdelerden söz eder. O anlatırken, küçük bir kızın heyecanıyla ” O perdeleri pek severim.” der. Kız, “Fakat henüz odayı görmediniz ki?” der. Yaşlı hanım:“Bunun onunla bir ilgisi yok.” der. ”Mutluluk zamandan önce karar verdiğiniz bir şeydir." Benim odadan hoşlanıp hoşlanmamam mobilyaların nasıl düzenlenmiş olduğuyla değil, benim onları zihnimde nasıl düzenlediğimle ilgilidir. Ben onları sevmeye karar vermiştim zaten. Bu benim her sabah uyandığımda verdiğim bir karardır. Bir seçme hakkım var: Ya bütün günümü artık çalışmayan vücut parçalarım...

HAYA

Yaşlı kadın, usulca odasından çıktı. Salondan torunu ile gelininin sesleri geliyordu. Gelin oğluna: "-Oğlum, sofra hazır, çorbanı koydum; haydi gel de soğutmadan ye!.." Salonun en kuytu yerine geçti, yerde kendine ait köyden getirdiği minderin üzerine oturdu. Çocuk, babaannesini görünce: "-Babaanneciğim, gel beraber yiyelim!.." dedi. Yaşlı kadın mânidâr bir şekilde iç çektikten sonra: "-Evin erkeği gelmeden akşam sofrasına oturulmaz. Hele babanız gelsin, beraberce yeriz inşaAllah!" dedi. Evin gelini: "-Aman anneciğim, eskidenmiş onlar!.. Şimdi acıkan yemek sofrasına oturur, o da gelince yer." dedi. Yaşlı kadın: "-Kızım, nasıl insanların bir edebi, hayâsı, iffeti varsa, evlerin de iffeti ve edebi vardır." Torunu dayanamayarak alaycı bir tavırla söze karıştı: "-Yaa babaanne, neymiş bu evlerin iffeti... Anlat bakalım, merak ettim!.." dedi. Yaşlı kadın söze başladı: "-Biz küçükken annelerimizden önce babala...

MÜKEMMEL KOCA

Hayatı boyunca evlenmeden kalmış bir adam duymuştum. Ve doksan yaşında ölüm döşeğindeyken birisi ona, “Yaşamın boyunca evlenmedin fakat nedenini asla söylemedin artık ölüyorsun, en azından merakımızı dindir. Bir sır varsa şimdi söyleyebilirsin çünkü birazdan göçmüş olacaksın. Sırrın açığa çıkmış bile olsa sana bir zararı olamaz” dedi. "Evet, bir sır var. Ben evliliğe karşı değilim ama mükemmel bir kadın arıyordum. Aradım ve aradım ve tüm yaşamım kayıp gitti” dedi adam. Soruyu  soran “Fakat bu koca dünya üzerinde, milyonlarca insan var, onların yarısı kadın, bir tane mükemmel kadın bulamadın mı?” diye sordu. Ölmek üzere olan adamın gözlerinden yaşlar aktı. “Evet, bir tane buldum” dedi. Soruyu soran tamamıyla şoka uğramıştı. “O halde ne oldu? Niçin evlenmedin?” dedi. Ve yaşlı adam, “Fakat kadın mükemmel bir koca arıyordu.”