Beyoğlu’nun ara sokaklarındaki lokantalardan birinde öğle yemeği yedim. Acele etmeden yürüyerek caddeye çıktım. Gözüm Parmakkapı durağının karşısında asılı saate kaydı. Biri beş geçiyor. Bir sinemanın iki buçuk matinesine gireceğim; gireceğim ya daha vakit var. Bugün, hiç olmazsa şimdi, o kadar kaygısızım ki. Bir düşüncem de yok, derdim de. Bana sorsalar şimdi, kendinden söz aç deseler, şaşırır kalırım. Ne derim? Şimdi yemek yedim derim, biraz sonra da sinemaya gireceğim. Başka bir şey söyleyemem. Bugün kaygılarının tümünü bir kenara atmış bir okul kaçağı gibiyim. Bir gün, on yedi, on sekiz yıl kadar önce bir gün, bir sabah erken, bilmiyorum nasıl bir özlemin kokusu burnumda, kendimi sokağa atmıştım. Uzun bir yolu yürümüş, köprüyü geçmiş, ver elini Gülhane Parkı demiştim. Sıranın birine oturmuş, kalın bir ağacın gövdesine bıçakla oyulmuş bir yüreğe saplı oka bakmıştım. Parkların kanepelerine, ağaçlara kazılan şu yüreğe saplı ok resimleri için düşündüklerimi anımsıyorum şimdi. Sevdayı t...