Ana içeriğe atla

Kayıtlar

anı etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

ATATÜRKÜN YAVERİNDEN BİR ANI

Gazi M.Kemal, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı. Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu. - Merhaba nine. Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle; - Merhaba dedi. - Nereden gelip nereye gidiyorsun? Kadın şöyle bir duralayıp; - Neden sordun ki, dedi. Buraların sahabisi misin? Yoksa bekçisi mi? Paşa gülümsedi. - Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını salladı. - Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindenim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim. - Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni? - Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum da gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gâvurdan gurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyim diye hep ...

FAKİR BAYKURT'UN UNUTAMADIĞI ANA NASİHATİ

Kahveden gelen güzel kokulara dayanamayan Fakir Baykurt annesine “Çay isterim, ille de çay!” diye tutturur. Annesi evladının bu isteğini geri çeviremez. Oğlunun elinden tutup kahvehanenin yolunu tutar... Kahveci Topal Hüseyin’i yanına çağırıp “Bir bardak çay getir benim oğlana” der. Çay geldikten sonra o anki heyecan ile çayın nasıl içileceğini bilemeyen Fakir Baykurt sıcak çaydan büyük bir yudum aldıktan sonra ağzı yanınca bardağı birden yere fırlatır. Çay bardağı toprağa düştüğü için kırılmasa da Fakir Baykurt annesinin ona tokat atacağını düşünür. Fakat öyle olmaz. Annesi Topal Hüseyin’i çağırıp bir çay daha getirmesini ister. Baykurt. ikinci çayı bu kez üfleyerek içer. Yıllarca annesine o gün niye kendisine tokat atmadığını sorsa da annesi bu soruyu hep cevapsız bırakır… Fakir Baykurt’un annesi bu sorunun cevabını yıllar sonra oğlunun öğretmenlik yaptığı köy okulunda verir. Annesi Elif Baykurt’un dersine girdiği o günü ise şu sözlerle anlatır Fakir Baykurt: Sınıft...

BARIŞ MANÇO'DAN FRANSIZ SPİKERE DERS

Barış Manço Fransa'da bir televizyon kanalının canlı yayınına  konuktur. Küstah bir spiker vardır ve Barış Manço ile dalga  geçmektedir. Sürekli, " İşte Türk, yani barbar, vahşi vs... " demektedir. Barış Manço daha fazla dayanamaz ve spikere  " Yanınızda kâğıt para var mı? " diye sorar! Bu soruya spiker şaşırır ve " Evet var ama n'olacak " der. Barış Manço ısrar edince spiker cebindeki kâğıt paraları çıkartır. Bu olaydan az önce Barış Manço canlı yayında "Anahtar" adlı şarkısını söylemiştir. Bu şarkının bir bölümü şöyledir: " Beş Akif- bir Saat Kulesi, iki Kule-bir Fatih, beş Fatih-bir Mevlana, İki Mevlana-bir Sinan" (Barış Manço / Anahtar şarkısı / Darısı Başınıza Albümü / 1992). Bu şarkı bir matematik sorusudur ve şarkıda adı geçen kişiler o dönemdeki Türk parası olan banknotların arkasında fotoğrafı olan kişilerdir... Barış Manço spikere sorar: " Bu paranızda fotoğrafı olan kişi kim? " Spiker: "General ....

ÇANAKKALE SAVAŞI'NDAN BİR ANI

Çanakkale Savaşında siperlerin gerisinde yaralı askerlerin en çok ihtiyaç duyduğu şey “Morfin“di. Doktorlar yaralı askerlere ağrı kesici bulmakta zorlanıyorlardı. Bu yüzden bir nöbet tutuluyordu. Hastaların ameliyatı için hazırlanan çadırın önüne bir masa kurulmuştu.. Sedye ile gelen her yaralı,  burada masaya koyuluyordu. Doktorun elinde enjektör, enjektörün içinde ağrı kesici.. Doktor ilk muayeneyi yapıyordu ve yaşama olasılığı olan, ameliyat edilmesi halinde yaşayacağına inandıkları askerlere ağrı kesiciyi yapıyordu.. Oysa gelen her yaralının ağrı kesiciye ihtiyacı vardı. Fakat herkese yetecek kadar ağrı kesici yoktu.. Doktor duygusal karar vermemek için yaralıların yüzüne bakmamakta, İyileşme şansı yüksek olan yaralılara ağrı kesici yapmaktaydı.. Yine doktorun önüne bir asker getirildi.. Yaralının ağır yaralarına bakan doktor, askerin iyileşemeyeceğini öngörür ve ona ağrı kesiciyi yapmaz.. O sırada askerden iniltili bir ses duyulur.. “Baba!” Herkesin gözü doktora çevrilir, y...

Âşık Veysel'in Fedekarlığı

Anadolu'nun bir köyünde sakin bir akşam karı koca uyumak için yatağa girerler. Kadının gözüne bir türlü uyku girmez, çünkü o gece özeldir. O gece kocasını terk edecektir. Hem de sevgilisi ile köyden kaçarak. Kocasının uyumasından bayağı bir zaman sonra pencerede beklediği taşın sesini duyar kadın. Ayakkabılarını giyip, önceden hazırladığı eşyalarını alıp bahçede bekleyen sevgilisinin yanına gider ve koşarak oradan kaçarlar. Koşarlarken kadının ayağını bir şey rahatsız eder, a yakkabısının içinde bir şey vardır ama kadın mecburdur koşmaya ayağını rahatsız eden şey için durma lüksü yoktur. Anadoludur burası. Töredir, cinayettir geride bıraktıkları... Belli bir mesafe uzaklaştıktan sonra nefeslenmek için dururlar. Kadın duraksamayı fırsat bilip nefes nefese der ki : "Evden çıktığımdan beri, ayakkabımın içinde bir şey var beni rahatsız ediyor, çıkartıp bakar, o da ne? Ayakkabısının içinde bir tomar para! Kocası her şeyin farkında. Biliyor ki gidecek, "Beni terk edecek...

ESKİ BİR İSTANBUL HANIMEFENDİSİNDEN İŞGAL ANISI

Eski bir İstanbul hanımefendisi anlatıyor : Yıl 1919 . İstanbul baştan aşağı İngilizlerin işgali altındaydı. Liseyi yeni bitirmiştim. Güzel bir kızdım. Dünür gelmeye başladılar. Biri avukatmış. Gösterdiler uzaktan, boylu poslu yakışıklı bir delikanlıydı, beğendim. Nişanlandık. Nişanlımı seviyordum. Mutlu bir yuva kurmak hevesi ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler hazırlıyordum. Ama çok geçmedi ki mahallede bir dedikodu yayıldı. (Ayşe’nin nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin biriymiş, üstelik cami önlerinden tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş) dediler. Altüst oldum. Babam götürdü, uzaktan izledik, gerçekten de tabut taşıyordu…Yıkıldım. Nişanı atıp ayrıldık. Aradan 5 yıl geçti. Evlenmiştim, Bir de çocuğum olmuştu. 1924 yılıydı. Artık ülkemiz özgürdü. Bir gün Beyoğlu’nda rastladım ona. Oğlum yanımdaydı. Beni görünce titredi, çeketini düğmeledi. Saygı göstererek durdu önümde. Vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim, dedi. Olur, dedim....