Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ÇOK GEÇ OLMADAN

Ertesi gün ameliyat olacağı için gündüzden bütün evi dipten bucaktan temizlemiş, pırıl pırıl yapıp duşunu almış ve biraz uyumak için yatağına uzanmıştı. Annesi bir kadının evi her zaman temiz olmalı temizlik diriye de ölüye de lazım derdi. Annesi aklına gelince dudaklarına acı  bir tebessüm gelip yerleşti ve içinden, haklısın canım annem bak ben de evimi temizledim ölürsem herkes evimi temiz görecek, yaşarsam da kendim evime gelip tertemiz oturacağım diye düşündü. Son zamanlarda hiç iyi değildi  yemek yiyemiyor, hızla kilo kaybediyordu. Gittiği doktorlar, karaciğer kanserisin mecburen ameliyat olman lazım demişlerdi. İlk önce kabul etmemiş gittiği yere kadar demiş ama ağrıları dayanılmaz olunca mecburen kabul etmişti. Oğluna üzülmesin diye kanser olduğunu söylememişti.  Fidan elli iki yaşında adı gibi fidan bir kadındı. Babası başlık parasını çok istediği için çok sevdiği kocasıyla kaçarak evlenmiş, kaçarak evlendiği için de babası tarafından evlatlıktan reddedilmişti. Kocasının

Çerçi Hasan ve Selime

  Hemen her gün üç köy birden gezerdi Çerçi Hasan. Lakin dördüncü ve son durağı Selime’nin köyü olurdu. At arabasını ve özenle süslediği atını Selime'nin oturduğu evin yakınına çeker, yeni terleyen bıyıklarını süzüp bir yandan Selime’yi süzer bir yandan da güneşin batmasını beklerdi.  Hemen herkes Çerçi Hasan’ın köye Selime için geldiğini bilirdi ama o aldırış bile etmezdi. Doğrusu Selime’nin baba ve abileri de durumdan şikâyetçi olmazdı. Zira kızları için “Nasılsa bir Çerçi parçasına kaçacak değil ya” diye düşünürlerdi. Hatta bu durumu kullanarak bazı malzemeleri hiç pazarlık etmeden Çerçi Hasan’dan ucuza bile satın alırlardı.  Çerçicilik Hasan’ın baba mesleğiydi. Babası Topal Memed yıllarca bu mesleği yapmış, en son atın üstünden düşüp zaten topal olan ayağını kırdığı için bırakmak zorunda kalmıştı. “Boş bırakmaya gelmez” demişti Topal Memed oğlu Hasan’ı bir kenara çekerek “Artık 16 yaşına geldin. Bundan böyle köy köy sen dolanacaksın. Bir yeri belleyip orada akşama kadar

BAYRAM TEBRİĞİ-HİKÂYE

Aziz Nesin'in bu bayram tebriği hikayesini kahkaha atmadan okuyabilecek misiniz bakalım? "1965 senesiydi.İşe gireli henüz iki hafta olmuştu. Bir genel müdürlük, özel kalem müdürünün yardımcısıydım. Bayrama on gün kala, müdürüm hastalandı ve rapor aldı. Ertesi gün genel müdür beni odasına çağırdı. -Buyrun efendim. -Tebrik kartları hazır mı evladım? -Hangi tebrik kartları efendim? -Eyvahlar olsun, Şükrü sana söylemedi mi? Bayram geldi, tebrik kartı göndermeli. Şimdiye çoktan postaya vermiş olmamız gerekirdi. -Hiç haberim olmadı efendim -Hemen, hemen hemen ! Yarına istiyorum üç bin adet kartı sabaha kadar yaz ve postaya ver. -Emredersiniz efendim! dedim ve odadan çıktım. Ancak üç bin adet bayram tebrik kartını tek tek nasıl yazacağım? Genel müdür, kartların çini mürekkeple ve güzel bir yazıyla yazılmasını isterdi. Üç bin adet kartın iki bin tanesini makamca kendinden aşağıda olanlara şu şekilde yazacaktım: "Bayramını kutlar, gözl

POTANSİYELİ ORTAYA ÇIKARMAK

Bir zamanlar bir krala Arabistan'dan iki tane doğan hediye edilir. Bunlar kralın şimdiye dek gördüğü en güzel kuş türü olan aladoğanlardır. Kral, bu değerli kuşları eğitmesi için onları doğancıbaşına verir. Aylar ayları kovalar ve bir gün doğancıbaşı kralın huzuruna gelip, doğanlardan bir tanesinin mükemmel bir şekilde çok yükseklerde süzülerek uçtuğunu, fakat diğerinin geldiği günden beri tünediği daldan kımıldamadığını söyler. Bunun üzerine kral, ülkenin her yerinden şif acılar ve büyücüler getirtip doğanı iyileştirmelerini emreder ama hiçbiri doğanı iyileştiremez. Kral daha sonra bu görevi saray çalışanlarına verir fakat ertesi gün baktığında doğan'da hala bir iyileşme gerçekleşmemiştir. Bildiği her yolu deneyen kral en sonunda şöyle düşünür: "Belki de bu problemin kaynağını anlayabilmesi için dağlık bölgeleri tanıyan birine ihtiyacım var," der. Böylece saray çalışanlarına emreder: "Gidin ve bana bir çiftçi bulun!" Ertesi sabah doğanı göklerde uçar

OĞLUM-HİkÂYE

Bu öykümü özel çocukları olan dünyanın en özel en fedakar annelerine armağan ediyorum. Sevgimle... OĞLUM Doktorun muayenehanesinden çıktığımızda, şu an da olduğu gibi gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Eşim, çocuğumuzda bir tuhaflık var dediğimde, bana kızıp, küfrettiği gibi, doktora küfretmeye başladı. “Aslan gibi oğlumu, neden psikiyatra götüreyim” diye söylenip, durdu. O yıllar, Sivas’ta çocuk psikiyatrı değil, psikiyatr bile yoktu. Mahmut’umu, Ankara’ya bir psikiyatra götürmek için, babasını ikna edebildim. Nasıl ikna edebildiğimi ne düşünmek, ne de söylemek istiyorum. Ankara’da, çocuk psikiyatrının teşhis koyması çok uzun sürmedi. Gözlerime baktı, “Mahmut otistik” dedi. Otistik… Otizm ne ola… Otistik ne ola… İlacı… Nasıl ilacı olmaz… Vardır bir ilacı… Yok mu? Peki, kaç yaşında geçer… Hiç geçmez mi… Ben iyi bir annemiyim… Babasına yazıklar mı olsun… Olsun be doktor, babasına yazıklar olsun, nasıl anladın ki bunları… Mahmut’umun sırtında dayak

GİTMEK YA DA KALMAK

GİTMEK YA DA KALMAK Kalmak mıdır insanı gitmeye zorlayan yada gitmek midir insanı kalmaya zorlayan ? Bazen bedenin olduğun yerdedir de ruhun nerelere gitmiş? Yorulmasını bilmeyene gitmek, koşmak ne âlâ. Efendim, gitmeyi ya da kalmayı herkes anlatır,  anlatır da durur. Girmiştim,  gelmiştim,  gidememiştim, geri dönüş yapamamıştım,  anlatırlar. Ondan yazıyoruz işte bu yazıyı,  gidemeyenler yazar. Yazar kaldıkları yerde. Gönlümüz öteleri özler,  kafamızı kaldırırız semaya,  kaldırırız ki gözyaşı akmasın. Rahat nefes alabilelim. Hedefler var gidilmesi gereken,  tam o işe layık olduğumuzu düşündüğümüz, belki bu kişidir, belki bir hedeftir. Bazen uğruna bir ömür feda edeceğimiz, gitmemiz, yapmamız gereken şeyleri öyle olduğumuz yerden hayal ediyoruz. Ah bu engeller! Engeller, dağlar. Dağlar, bağırıyorum dağlara lâkin sesim yankılanıyor tekrar dağlardan kulağıma. Anlıyorum ki boşuna bağırmışım. Yine yeniden aynı sesi bana gönderiyorlar dağlar, engeller. Olsun, belki hayal etmek daha yak

EN GÜZEL GÖSTERİ

Sinema tarihinin en ünlü komedyeni Charlie Chaplin bir röportajında şöyle der; Küçük bir çocukken babamla bir sirk şovunu izlemeye gittik. Bilet sırasında uzun bir kuyruk vardı ve önümüzde anne-baba ve 6 çocuktan oluşan bir aile vardı. Fakirlik hallerinden belliydi, elbiseleri eski ama temizdi. Çocuklar sirkten bahsederken çok mutlu görünüyordu. Onların sırası gelince, babaları gişeye geçti ve bilet fiyatını sordu. Gişe çalışanı ona bilet fiyatını söyleyince adam kekelemeye başladı ve dönüp karısının kulağına birşeyler fısıldadı. Mahcubiyet yüzünden kolayca okunuyordu. Birden babam cebinden 20 dolar çıkardı ve yere attı. Sonra da eğilip yerden aldı ve adamın omzuna dokunarak şöyle dedi; “Paranız düştü beyefendi..” Adam babama baktı ve gözleri dolarak “Teşekkür ederim efendim” dedi. Onlar içeri girdikten sonra babam beni elimden çekti ve kuyruktan çıktı. Çünkü babamın adama verdiği 20 dolardan başka parası yoktu. O günden beri babamla gurur duyuyorum ve o iki dakika be

DOSTLUK

Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış… Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini… Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam, “Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer” diye söylenmiş. Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan