Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ne Güzel Öğretmensin Sen!

"Üzmüşler çocuğu, diğer çocuklar. "Senin baban çöpçü, sen de pis kokuyorsun" demişler. Vicdan duygusu tam gelişmemiştir okul öncesi çocuklarında. Zaman zaman böyle acımasız olabilirler. Sonuçta hepsi çocuk işte. Kırmışlar yavrucağın kalbini. Çocukların güzel yanıdır gönülleri, kırılsa da çok, hemen toparlanmaya meyillidir. Yetişkinlere benzemez, kin gütmezler. Konuştum babayla. Çok üzüldü, çocuğunun üzülmesine. Dağ gibi adam gözyaşlarını ilk kez  ayırdı gözlerinden belki de. "Üzülmek yetmez dedim, bir planım var. Dahil olur musun?" Kabul etti seve seve. "Pis ülke" oyunu oynattım çocuklara bir gün. Türetilmiş (uydurma) bir oyun. Ne bulduysak attık yerlere. Bu arada "kötü koku spreyi" sıktık sınıfa, çocuklar görmeden tabi. Birazdan sınıf dayanılmaz bir kokuya karıştı. Dedim niye böyle oldu* Dediler öğretmenim çöplerden, pislikten. Durun dedim, bakın kapıya, biri gelecek, kurtaracak bizi bu pislikten, kokudan.büyüleniyor sanki. Bak bak bi

ATATÜRKÜN YAVERİNDEN BİR ANI

Gazi M.Kemal, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı. Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu. - Merhaba nine. Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle; - Merhaba dedi. - Nereden gelip nereye gidiyorsun? Kadın şöyle bir duralayıp; - Neden sordun ki, dedi. Buraların sahabisi misin? Yoksa bekçisi mi? Paşa gülümsedi. - Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını salladı. - Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindenim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim. - Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni? - Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum da gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gâvurdan gurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyim diye hep

İNSAN NE İLE YAŞAR'DAN ALINTI

Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. “Yoksa  bütün hakkını kaybedersin.” Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz… Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdır

KOCA KARİA'NIN KOCA KARI İLACI

MÖ 5'nci yüzyıldı. Aylardan Nisan. Bahar, Akdeniz ile Ege'nin buluştuğu topraklara merhaba demişti. Damıtılmış rüzgarlar binlerce otun ve çiçeğin aromalarından oluşan mis gibi bir koku yayıyordu havaya. Knidoslular, bugün Deveboynu dediğimiz Kap Krio'da taze baharı kutluyordu. Şarkılar söyleniyor, şiirler okunuyor, şaraplar içiliyordu. Bir anda bir çığlık duyuldu. Bir haykırış. Knidos kralının kızıydı bu. Yörenin en zehirli yılanı sokmuştu. 1,5 metre boyunda kurşuni renkli engerek. Genç kız acı içinde yere yığıldı. Güzeller güzeli bir kızdı. Kralın en küçük kızı. İki ablası yakın ülkelerin prensleriyle evlenip yuvadan ayrılmıştı. Sarayın tek çocuğuydu. O yüzden kralın canıydı. Yüzü morarmış, ateşi yükselmiş, narin bedeni titriyordu. Kan ter içindeydi. Hemen hekimlere gösterildi. Hekimler sonucu krala tek cümleyle özetlediler. "Maalesef." Knidos prensesi ölecekti. Genç kız öleceğine anlayınca babasına yalvarmaya başladı. "Baba ne olur bir şeyler yap.

BİR ATIN ÇIĞLIĞI

Ben annemin karnında iken, bazen acı acı titrerdi bedeni hissederdim. Sonra doğdum. Onun simsiyah saçlarını gördüm ilk. Birkaç gün sonra ayırdılar yanından. Sadece akşamları bir araya geliyorduk ve ben sütümü içerken, annem sereserpe yatardı sessiz sedasız. Bir zaman sonra annemle beraber beni de çıkarmaya başladılar dışarı. Annemi bir arabanın önünde iki kalın tahtanın arasına bağladılar önce. Sonra ağzına bir demir parçası soktular. Göz lerinin iki tarafını kapattılar. Beni de hemen yanıbaşına bağladılar kısacık bir iple. Birileri gelip o arabaya biniyordu ve bu olunca anneme vura vura koşturuyorlardı. Bütün gücümle arkasından yetişmeye çalışıyordum. Günün birinde anneme vururlarken ondan sekerek bana çarpmıştı o kırbaç... O an yaşadığım acıyı hiç unutmadım. Annem küçücük bir otlak görse yavaşlardı, duraksardı. Hiç anlamazdım. Meğer aç bırakıp koştururlarmış annemi. Tok karnına koşarsa çatlarmış... Çok dövdüler benim annemi. Ve günün birinde pes edip, yığıldı hemen yanıma. Ona bağ

KISKANÇLIK

Yılan, o gün bir ateş böceğinin peşine düşmüş.Onu tanımak yemek üzereyken ateş böceği __Sana bir şey sorabilir miyim? Kurbanlarımın sorularını asla cevaplamam ama bir istisna yapıp sana izin vereceğim demiş yılan... Haydi sor.... __Sana bir şey mi yaptım diye sormuş ateş böceği Hayır.... ____Peki senin beslenme zincirine mi dahilim —Hayır Boynunu bükmüş ateş böceği ——O halde niye beni yemek istiyorsun? Çünkü demiş yılan Senin ışığını görmeye dayanamıyorum.....

NASIL BİR ÇÖZÜM?

Olay 14 Ekim 1998'de kıtalar arası bir uçuş esnasında gerçekleşmiş. "Bir kadın uçakta zenci bir adamın yanında oturuyordu. Durumdan rahatsızlığını belli edercesine, hostesten başka bir yer bulmasını istedi, zira öylesine antipatik birinin yanında oturamazdı. Hostes, tüm uçağın dolu olduğunu fakat birinci sınıfta yer olup olmadığına bakacağını söyledi. Diğer yolcular şaşkınlık ve tiksintiyle olayı izliyorlardı, bu kadının sadece terbiyesizliğine değil, bir de birinci sınıfta yolculuğu devam edeceğine şahit oluyorlardı. Zavallı adamcağız çok kötü bir durumda olmasına rağmen cevap vermemeyi tercih etti. Bu yüksek tansiyondaki durumda kadın, birinci sınıfta ve o adamdan uzak uçabileceğinden tatmin olmuş, hostesin dönmesini bekliyordu. Birkaç dakika sonra geri gelen hostes, kadına: "Çok özür dilerim geciktim. Birinci sınıfta bir yer buldum Bu yeri bulmak biraz zamanımı aldı, sonra yer değişikliği için pilottan izin almam gerekiyordu. 'Hiç kimse sorun yara

FAKİR BAYKURT'UN UNUTAMADIĞI ANA NASİHATİ

Kahveden gelen güzel kokulara dayanamayan Fakir Baykurt annesine “Çay isterim, ille de çay!” diye tutturur. Annesi evladının bu isteğini geri çeviremez. Oğlunun elinden tutup kahvehanenin yolunu tutar... Kahveci Topal Hüseyin’i yanına çağırıp “Bir bardak çay getir benim oğlana” der. Çay geldikten sonra o anki heyecan ile çayın nasıl içileceğini bilemeyen Fakir Baykurt sıcak çaydan büyük bir yudum aldıktan sonra ağzı yanınca bardağı birden yere fırlatır. Çay bardağı toprağa düştüğü için kırılmasa da Fakir Baykurt annesinin ona tokat atacağını düşünür. Fakat öyle olmaz. Annesi Topal Hüseyin’i çağırıp bir çay daha getirmesini ister. Baykurt. ikinci çayı bu kez üfleyerek içer. Yıllarca annesine o gün niye kendisine tokat atmadığını sorsa da annesi bu soruyu hep cevapsız bırakır… Fakir Baykurt’un annesi bu sorunun cevabını yıllar sonra oğlunun öğretmenlik yaptığı köy okulunda verir. Annesi Elif Baykurt’un dersine girdiği o günü ise şu sözlerle anlatır Fakir Baykurt: Sınıft

BİR ÖĞRETMENİN DOĞAN CÜCELOĞLU'NA GÖNDERDİĞİ MEKTUP

İlkokul 1. sınıf ilk gün. Annem tuttu kolumdan götürdü okula. Sınıfa girdik. Heyecan falan hissetmiyorum annem çalıştığı için kreşlerde büyüdüm. İçeri bir girdik herkes ağlıyor. “Neden ağlıyorlar acaba” diye soruyorum içimden. Annem en önce üç ağlayan oğlanın yanına dördüncü olarak oturturuyor beni. Arkaya oturalım, diyorum ama tüm anneler çocuklarının yanına oturduğu için yer yok. Mecbur ağlak oğlanların yanına oturuyorum. Çok hayal kuran bir çocuğum. Birden çizgi film gibi canlanıyor gözümde. Bu ağlayan çocukların gözyaşları dolduracak burayı ve ben boğulacağım. Tabi hemen kendince bir çözüm bulup tırmanıyorum kalorifer borusuna. Öğretmen ile annem beni orda görünce (ki daha hiç tanışmadım öğretmenim ile) beni sinirli bir şekilde aşağı indiriyorlar. Öğretmenim okulun ilk gününde sormadan annemin yanında yanağıma acıtmadan vuruyor. “Bi daha bunu yapma!! “ Annemde kolumu çimdikliyor “bi dakika durmuyorsun yerinde”cdiye. Benim bundan sonra kalbim buz gibi oluyor. Önümüzdeki

KENAR MAHALLE

Bir profesör sosyoloji sınıfındaki öğrencilerini Baltimore şehrinin kenar mahallelerine göndermiş ve o bölgede yaşayan 200 erkek çocuğunun durumlarını araştırmaları ve her bir çocuğun geleceği hakkında bir değerlendirme yapmalarını istemişti. Öğrenciler hemen hepsi bu çocukların gelecekte hiçbir şanslarının olmadığını dile getirmişlerdir. Bundan tam yirmi beş yıl sonra bir başka sosyoloji profesörü tesadüfen bu çalışmayı buldu ve öğrencilerden bu projeyi sürdürmeleri ve aynı çocuklara ne olduğunu araştırmaları istedi. Öğrenciler o bölgeden taşınan ya da ölen 20 çocuk dışındaki 180 çocuktan 176’sının olağanüstü bir başarı gösterip avukat doktor ya da iş adamı olduklarını ortaya çıkardılar. Profesör çok etkilenmişti ve bu konuyu izlemeye karar verdi. Birer yetişkin olan o çocukların hepsi o bölgede yaşadıkları için her biriyle buluşma şansı oldu “o koşullarda nasıl bu kadar başarılı oldunuz?” sorusuna verdiği cevap hep aynıydı : Mahalle okulunda bir öğretmenimiz vardı onun sa

YEMEK DAVETİ

Bir adam eşine, - Bu akşam yemeğe çıkalım mı?”diyor. Eşi ise şöyle cevap veriyor: - Hayır, bu akşam benim yerime git başka bir kadını yemeğe götür… Düşünün, kadın, - "Hayır ben seninle yemeğe çıkmayacağım, başka bir kadınla git."diyor. Adam şaşırıyor ve diyor ki: - Ben seni yemeğe çıkaracağım, sense bana başka bir kadınla gitmemi söylüyorsun, ben böyle biri miyim, sen bana hangi kadından söz ediyorsun? Eşi, - Annen, diyor. ... Böyle bir anı düşünün. Böyle bir anı hayal edebiliyor musunuz? - Ben bu gün yemek teklifini reddediyorum. Yemeğe lütfen annenle git. Uzun zamandır anneni görmeye gitmedin, onunla vakit geçirmedin, yemek yemedin, bu yüzden annenle git... ... Adamın adeta kanı donuyor. Karısının bu inceliği karşısında duyduğu minnet ve muhabbet dolu bir sesle - Ne kadar iyisin, böyle düşündüğün için Allah senden razı olsun, diyor. Sonra da hemen annesini arıyor. - Anne hazırlan gelip seni arabayla alacağım, beraber dışarıda yemek yiyeceğiz, sonra da beraber biraz yür

BURNUNDAN KIL ALDIRTMAMAK

Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder,ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendinin baş ağrısı artarak sürer.  Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya başlar.Başka doktorlar çağrılır. Osman Efendi Uşak’ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder. Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır,baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul’a götürmeye karar verirler. İstanbul’da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır… Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir. Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da apar topar yurt dışına götürülür. O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zürih’e gidilir. Haftalarca hastanede kal

BARIŞ MANÇO'DAN FRANSIZ SPİKERE DERS

Barış Manço Fransa'da bir televizyon kanalının canlı yayınına  konuktur. Küstah bir spiker vardır ve Barış Manço ile dalga  geçmektedir. Sürekli, " İşte Türk, yani barbar, vahşi vs... " demektedir. Barış Manço daha fazla dayanamaz ve spikere  " Yanınızda kâğıt para var mı? " diye sorar! Bu soruya spiker şaşırır ve " Evet var ama n'olacak " der. Barış Manço ısrar edince spiker cebindeki kâğıt paraları çıkartır. Bu olaydan az önce Barış Manço canlı yayında "Anahtar" adlı şarkısını söylemiştir. Bu şarkının bir bölümü şöyledir: " Beş Akif- bir Saat Kulesi, iki Kule-bir Fatih, beş Fatih-bir Mevlana, İki Mevlana-bir Sinan" (Barış Manço / Anahtar şarkısı / Darısı Başınıza Albümü / 1992). Bu şarkı bir matematik sorusudur ve şarkıda adı geçen kişiler o dönemdeki Türk parası olan banknotların arkasında fotoğrafı olan kişilerdir... Barış Manço spikere sorar: " Bu paranızda fotoğrafı olan kişi kim? " Spiker: "General .&quo

ÇANAKKALE SAVAŞI'NDAN BİR ANI

Çanakkale Savaşında siperlerin gerisinde yaralı askerlerin en çok ihtiyaç duyduğu şey “Morfin“di. Doktorlar yaralı askerlere ağrı kesici bulmakta zorlanıyorlardı. Bu yüzden bir nöbet tutuluyordu. Hastaların ameliyatı için hazırlanan çadırın önüne bir masa kurulmuştu.. Sedye ile gelen her yaralı,  burada masaya koyuluyordu. Doktorun elinde enjektör, enjektörün içinde ağrı kesici.. Doktor ilk muayeneyi yapıyordu ve yaşama olasılığı olan, ameliyat edilmesi halinde yaşayacağına inandıkları askerlere ağrı kesiciyi yapıyordu.. Oysa gelen her yaralının ağrı kesiciye ihtiyacı vardı. Fakat herkese yetecek kadar ağrı kesici yoktu.. Doktor duygusal karar vermemek için yaralıların yüzüne bakmamakta, İyileşme şansı yüksek olan yaralılara ağrı kesici yapmaktaydı.. Yine doktorun önüne bir asker getirildi.. Yaralının ağır yaralarına bakan doktor, askerin iyileşemeyeceğini öngörür ve ona ağrı kesiciyi yapmaz.. O sırada askerden iniltili bir ses duyulur.. “Baba!” Herkesin gözü doktora çevrilir, yaral

VEDA BUSESİ ŞİİRİNİN HİKAYESİ

Veda busesi sözleri itibariyle iki aşığın birbirine yazdiği şiir olarak algılanmıştır hep. Fakat Veda busesi adlı şiir Orhan Seyfi Orhon'un kanserden ölen kızına yazdığı bir eserdir. Bu ünlü şiirin hikayesi şöyle anlatılmaktadır. Babası kızının kapısını açarken biraz duraksadı. Sessizce kapının kolunu aşağı indirdi, kızının bugün daha iyi olması için dua etti. Gün boyunca kızına doyasıya sarılmayı düşünüyordu. O yüzden bütün işlerini iptal etmiş, akşama kadar onun yanında oturmayı planlamıştı. Uyuyup uyumadığını kontrol etmek için usulca yatağın üstüne eğildi.Kızı perişan halde görünüyordu. Gözleri hemen yaşaran baba, kızının bu halini görmesini istemediği için usulca eğildi ve dudaklarını kızının alnına koydu. Öpmedi çünkü öpmek çok kısa bir andı. Öylece durdu ve derin derin nefes alarak kızının kokusunu içine çekti Baba kızının alnında öylece durdu. Biraz daha dursaydı gözyaşları kızının yüzüne damlayacaktı, ağladığı anlaşılacaktı. Yatağın yanındaki sandalyeye oturdu.

Mutluluğun Anlamını Öğrenmiş Yalnız Bir Hanımın Hikayesi

72 yaşında, ufak tefek, kendinden emin,  her sabah sekizde giyinip kuşanan, saçlarını kıvırıp makyajını yapan yaşlı bir hanım bir gün huzur evine taşınır. (Kocası yıllar önce vefat etmiştir.) Huzur evinin kapısında sabırla beklenen dakikaların ardından, odasının hazır olduğu söylendiğinde tatlı tatlı gülümser. Huzur evindeki görevli kız yürütecini asansöre yönlendirdiği sırada, kendisine odasını anlatmaya başlar, penceresinde asılı perdelerden söz eder. O anlatırken, küçük bir kızın heyecanıyla ” O perdeleri pek severim.” der. Kız, “Fakat henüz odayı görmediniz ki?” der. Yaşlı hanım:“Bunun onunla bir ilgisi yok.” der. ”Mutluluk zamandan önce karar verdiğiniz bir şeydir." Benim odadan hoşlanıp hoşlanmamam mobilyaların nasıl düzenlenmiş olduğuyla değil, benim onları zihnimde nasıl düzenlediğimle ilgilidir. Ben onları sevmeye karar vermiştim zaten. Bu benim her sabah uyandığımda verdiğim bir karardır. Bir seçme hakkım var: Ya bütün günümü artık çalışmayan vücut parçalarım

DOĞRU OLANI YAPMAK

On bir yaşındaydı ve New Hampshire gölünün ortasındaki adadaki evlerinde ne zaman eline bir fırsat geçse hemen balığa giderdi. Levrek avı yasağının kalkmasından bir gün önce, babasıyla akşamın ilk saatlerinde küçük güneş balıklarından yakaladı. Sonra oltasına yem takıp oltayı fırlatma talimi yaptı. Yem suya değdiği zaman gün batımında suda altın haleleler oluşturmuş, daha sonra gölün üzerinde ay doğmuştu. Oltasının hızla  çekildiğini hissedince, oltaya büyük bir balık geldiğini anladı. Babası oğlunun balığı çekişini hayranlıkla izledi. Çocuk sonunda yorgun düşen balığı sudan çıkardı. O güne kadar gördüğü en büyük balıktı, bir levrek; ama av yasağının kalkmasına sadece saatler kalmıştı. Baba oğul güzelim balığa baktılar, pulları ay ışığında ışıl ışıl parlıyordu. Babası bir kibrit yakıp saatine baktı. Saat on olmuştu. Av yasağının bitmesine daha iki saat vardı. Önce balığa, sonra oğluna baktı. "Suya geri bırakman gerekiyor, oğlum," dedi. "Baba!" diye itiraz etti ço

HAYA

Yaşlı kadın, usulca odasından çıktı. Salondan torunu ile gelininin sesleri geliyordu. Gelin oğluna: "-Oğlum, sofra hazır, çorbanı koydum; haydi gel de soğutmadan ye!.." Salonun en kuytu yerine geçti, yerde kendine ait köyden getirdiği minderin üzerine oturdu. Çocuk, babaannesini görünce: "-Babaanneciğim, gel beraber yiyelim!.." dedi. Yaşlı kadın mânidâr bir şekilde iç çektikten sonra: "-Evin erkeği gelmeden akşam sofrasına oturulmaz. Hele babanız gelsin, beraberce yeriz inşaAllah!" dedi. Evin gelini: "-Aman anneciğim, eskidenmiş onlar!.. Şimdi acıkan yemek sofrasına oturur, o da gelince yer." dedi. Yaşlı kadın: "-Kızım, nasıl insanların bir edebi, hayâsı, iffeti varsa, evlerin de iffeti ve edebi vardır." Torunu dayanamayarak alaycı bir tavırla söze karıştı: "-Yaa babaanne, neymiş bu evlerin iffeti... Anlat bakalım, merak ettim!.." dedi. Yaşlı kadın söze başladı: "-Biz küçükken annelerimizden önce babala

GERÇEK MUTLULUK

Sabah gezintisine çıkan kral bir dilenciye rastlar.  “Dile benden ne dilersen” diye soran krala dilenci gülerek,  “Sanki benim her dileğimi gerçekleştirebilecekmiş gibi soruyorsunuz” der.  Kral bu cevaba şaşırır ve sohbet ilerler.  “Pek tabii her dediğini yerine getirebilirim. Sen söyle bakalım, ne istiyorsun?”  “Söz vermeden önce iki kez düşünün kralım.” der.  Dilenci, sıradan bir dilenci değildir.  Kral ıs rar eder. “Ne istersen iste, sana verebilirim. Ben güçlü bir kralım. Yerine getiremeyeceğim hiçbir dileğin olamaz” der.  Bunun üzerine dilenci, elindeki kâseyi krala uzatır ve “Bu kâseyi herhangi bir şeyle doldurabilir misiniz?” diye sorar.  Kral bir kahkaha atar ve vezirine kâseyi altınla doldurmasını emreder. Kâse dolup taşmakta, ama sonrasında hemen boşalmaktadır. Altınlar, buhar olup uçmaktadır sanki. Kralın onuru kırılır. Bir dilencinin kâsesini dolduramadığı ülkede kulaktan kulağa yayılır. Giderek pırlantalar, elmaslar, yakutlar akıtılır kâseye. Ne var ki kâsenin

Âşık Veysel'in Fedekarlığı

Anadolu'nun bir köyünde sakin bir akşam karı koca uyumak için yatağa girerler. Kadının gözüne bir türlü uyku girmez, çünkü o gece özeldir. O gece kocasını terk edecektir. Hem de sevgilisi ile köyden kaçarak. Kocasının uyumasından bayağı bir zaman sonra pencerede beklediği taşın sesini duyar kadın. Ayakkabılarını giyip, önceden hazırladığı eşyalarını alıp bahçede bekleyen sevgilisinin yanına gider ve koşarak oradan kaçarlar. Koşarlarken kadının ayağını bir şey rahatsız eder, a yakkabısının içinde bir şey vardır ama kadın mecburdur koşmaya ayağını rahatsız eden şey için durma lüksü yoktur. Anadoludur burası. Töredir, cinayettir geride bıraktıkları... Belli bir mesafe uzaklaştıktan sonra nefeslenmek için dururlar. Kadın duraksamayı fırsat bilip nefes nefese der ki : "Evden çıktığımdan beri, ayakkabımın içinde bir şey var beni rahatsız ediyor, çıkartıp bakar, o da ne? Ayakkabısının içinde bir tomar para! Kocası her şeyin farkında. Biliyor ki gidecek, "Beni terk edecek

EVLATLIK

Evleneli on iki yıl olmuştu. Çocuk sahibi olamamıştık. Tedavi için gittiğimiz doktorların hemen hepsi aşağı yukarı aynı şeyleri söylemişlerdi. Bu gerçekleri duymak eşim için de benim için de her seferinde yıkım oluyordu. "Çocuk sahibi olabilmeniz imkansız görünüyor" Bu kelimelerin her tekrarlanışı umudumuzu iyiceyitirmemize neden olmuştu. -Neden evlatlık edinmiyoruz? dedim eşime -Sahipsiz onca çocuk varken... Belki de Allah onlardan birine sahip çıkmamızı istiyor. Ve belki de bu yüzden bir bebek sahibi olmamızı dilemiyor. Yetimhanede bebeklerin bulunduğu bölüme girer girmez, ilk onu gördüm. Ayaklarını havaya dikmiş, elleri ile onlara ulaşmaya çalışıyordu. Harikulade bir bebekti ve ben ondan gözlerimi alamıyordum. -Bu... bunu kendimize evlat edinelim dedim. Daha ilk bakışta ona karşı öylesi güçlü bir sevgi hissettim ki, sanki doğurduğum çocuğumu emanet bıraktığım bir yerden geri almak üzere gelmişim hissine kapıldım. Ancak yetimhane yetkilileri evlat edinebil

RANDEVU

RANDEVU Bir hafta sonu gördüm onu... Yorgun olduğu belli oluyordu. Bir kaç günlük sakalı vardı yüzünde... Etrafta boş yer aradı. Bulamayınca tek başıma oturduğum masaya doğru geldi. Oturabilir miyim der gibi baktı bana... Elimle yer gösterdim kendisine… Olanca ağırlığıyla masama çöktü. Hafifçe selam verdim. Karşılık verdi. Salaş bir meyhaneydi burası... Oldukça da kalabalıktı. Garsona "rakı "dedi. "Bir duble rakı getir bana..." İçkisi geldiğinde bir dikişte bardağın yarısını içmişti. "Çok hızlı gidiyorsunuz" dedim . "Rakı böyle içilmez." Mezemden ikram ettim. Hayır, demedi. Belli ki bir sorunu vardı. Belli ki açılmak istiyordu ama cesareti yoktu başlamaya... "Bir kadın…?" dedim. Başını salladı. "Eşim..." Durdu. O an pek çok düşüncesi vardı beyninde... Hangisini anlatsam der gibi acı acı gülümsedi. Ya da anlatmasam mı. Yüzüne baktım. Oldukça yakışıklıydı. Düzgün giyimli biriydi. Ama yükü, taşıyamayacağı kadar