Ana içeriğe atla

Az Kuru



Üniversite'ye yeni başlamıştı. Ekonomik durumu iyi değildi. Ailesi yeteri kadar para gönderemiyordu. Mühendislik okuyordu.

Çarşıda bir lokantaya girdi;

- "Az kuru alabilir miyim? “ dedi.

- Lokantacı hali anladı. Ağzına kadar dolu bir tabak kuru, bir de pilav getirdi.

Para ise, sadece az kuru parası aldı.

Talebe hergün" az" dedi; lokantacı çoook verdi.

Yıllar geçti, okul bitti. Yıllar daha da geçti. Talebe zengin bir mühendis oldu.

Aklına "az kuru" geldi. Atladı okuduğu şehre gitti. Çarşıda lokantanın olduğu yere gitti. Baktı ki lokanta yok. Hemen esnafa sordu:

- "Buradaki lokanta nerede, sahibi nerede? “

Esnaf,

- Lokanta kapandı, amca da az aşağıda oturuyor. Tarif ettiler.

- Talebe gitti evi buldu. Kapıyı çaldı. Amca kapıyı açtı.

-" Buyurun dedi"

- Amca ben yıllar evvel burada okudum. Hep az istedim sen hep çook verdin.

Amca talebeyi hatırlamadı. O her talebeye öyle yapardı.

- "Hatırlamadım oğlum, yıllar oldu." dedi.

Talebe,

- "Burada oturuyorsun galiba, ev senin mi amca dedi?" 

Amca,

- "Yok oğlum kira, hanım ben idare ediyoruz. " dedi.

Talebe,

- Peki dedi. Gitti ev sahibini buldu. Evi satın alıp amcaya verdi. Üstüne hatırı sayılır bir paket para da bıraktı.

Amca,

- Aman oğlum ne yaptın? Ne gerek vardı? dedi.

Talebe,

- Amca senin az kurun olmasaydı ben aç yatar aç kalkardım. İhtimalle okulu bile bitiremezdim. Şimdi öyle zenginim ki! İnan benim sana verdiğim, senin bana verdiğinden daha değersiz.

Sen hakkını helal et o bana yeter.

Sarıldılar, ağladılar.

Ahh insanlık.

İşte Rabbim dilerse az kuruya bir ev ikram eder.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fuzuli'nin Gazelleri

GAZEL - 1 1. Dostum âlem seninçün ger olur düşmen bana Gam degil zira yetersin dost ancak sen bana 2. Aşka saldım ben beni pend almayıp bir dosttan Hiç düşmen eylemez anı kim ettim ben bana

OĞLUM-HİkÂYE

Bu öykümü özel çocukları olan dünyanın en özel en fedakar annelerine armağan ediyorum. Sevgimle... OĞLUM Doktorun muayenehanesinden çıktığımızda, şu an da olduğu gibi gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Eşim, çocuğumuzda bir tuhaflık var dediğimde, bana kızıp, küfrettiği gibi, doktora küfretmeye başladı. “Aslan gibi oğlumu, neden psikiyatra götüreyim” diye söylenip, durdu. O yıllar, Sivas’ta çocuk psikiyatrı değil, psikiyatr bile yoktu. Mahmut’umu, Ankara’ya bir psikiyatra götürmek için, babasını ikna edebildim. Nasıl ikna edebildiğimi ne düşünmek, ne de söylemek istiyorum. Ankara’da, çocuk psikiyatrının teşhis koyması çok uzun sürmedi. Gözlerime baktı, “Mahmut otistik” dedi. Otistik… Otizm ne ola… Otistik ne ola… İlacı… Nasıl ilacı olmaz… Vardır bir ilacı… Yok mu? Peki, kaç yaşında geçer… Hiç geçmez mi… Ben iyi bir annemiyim… Babasına yazıklar mı olsun… Olsun be doktor, babasına yazıklar olsun, nasıl anladın ki bunları… Mahmut’umun sırtında dayak...