Ana içeriğe atla

Çerçi Hasan ve Selime


  Hemen her gün üç köy birden gezerdi Çerçi Hasan. Lakin dördüncü ve son durağı Selime’nin köyü olurdu. At arabasını ve özenle süslediği atını Selime'nin oturduğu evin yakınına çeker, yeni terleyen bıyıklarını süzüp bir yandan Selime’yi süzer bir yandan da güneşin batmasını beklerdi.

 Hemen herkes Çerçi Hasan’ın köye Selime için geldiğini bilirdi ama o aldırış bile etmezdi. Doğrusu Selime’nin baba ve abileri de durumdan şikâyetçi olmazdı. Zira kızları için “Nasılsa bir Çerçi parçasına kaçacak değil ya” diye düşünürlerdi. Hatta bu durumu kullanarak bazı malzemeleri hiç pazarlık etmeden Çerçi Hasan’dan ucuza bile satın alırlardı.

 Çerçicilik Hasan’ın baba mesleğiydi. Babası Topal Memed yıllarca bu mesleği yapmış, en son atın üstünden düşüp zaten topal olan ayağını kırdığı için bırakmak zorunda kalmıştı. “Boş bırakmaya gelmez” demişti Topal Memed oğlu Hasan’ı bir kenara çekerek “Artık 16 yaşına geldin. Bundan böyle köy köy sen dolanacaksın. Bir yeri belleyip orada akşama kadar durmak yok. Arkadaş falan da edinmeyeceksin. Lakin çeneye dalar işi savsaklarsın. İşini düzgün yap yeter”

 Çerçi Hasan’ın 16 yaşındayken başladığı mesleğe dair babasından aldığı tek öğüt buydu:
  “Bir yeri belleyip orada akşama kadar durmak yok.”

 Lakin tutamadığı tek öğüdü de buydu Çerçi Hasan’ın. Yirmili yaşlara geldiğinde Selime’yi görmüş kara kaşına kara gözüne vurulmuştu. Selime ki bir ay parçasıydı. Uzun siyah saçları, suratında zöhre yıldızı gibi duran gamzesi ve utangaç gülüşü Çerçi Hasan’ın aklını başından alıyordu.

 İşin doğrusu Selime’de Çerçi Hasan’a boş değildi. Ne zaman göz göze gelseler yanakları al al oluyor, sol göğsüne ince bir sızı vuruyor, Çerçi Hasan köyden uzaklaşana kadar kapının önünde durup ardından bakıyordu.

 Özellikle kurban ve şeker bayramlarında Çerçicilik yapmazdı Hasan. Köyünde durur, evin diğer işleriyle uğraşır, gönlünün vazgeçilmezi, yüreğinin direği Selime’yi özlerdi. 22 yaşına geldiğinde bir Kurban Bayramı’nı yeni bitirmiş, ertesi gün at arabasına atladığı gibi yola koyulmuştu.   

 Her zaman olduğu gibi üç köy gezdikten sonra soluğu sevdiceği Selime’nin köyünde almıştı. Lakin bir gariplik vardı köyde. Evet, köy aynı köydü, insanlar aynı insandı fakat Selime yoktu kapının önünde. Bir ara görür gibi olmuştu aslında. Selime başına siyah bir eşarp bağlamış, kanatlı kapının kenarından Çerçi Hasan’a hızlıca kendini gösterip geri çekmişti. Bir anlam verememişti buna Hasan. Kimseye de soramamıştı.

 O gün öylece çekip gitti Hasan. Sabaha kadar gözü-ne uyku girmedi. Ertesi gün yine aynı yerde durduğunda gözleri Selime’yi aradı. Kapı açıktı ama Selime ortalıkta gözükmüyordu. Yine kimselere bir şey soramadı Hasan, derdini kimseye diyemedi.

 Dördüncü gündü diğer birkaç köylüyle birlikte Selime’nin annesi Döndü kadın geldi at arabasının yanına. Yere serilmiş bohçaları didik didik edip malzemelere alıcı gözüyle bakındı. Değişik renklerde eşarp aldı kızına, çorap aldı, “Keşke bir kiloda kına olsaydı sende” dedi Hasan’a. Sonra diğer bohçaları bir bir açıp fistanlık için kumaş seçti. Kumaşı seçerken iki ucundan tutup uzattı Döndü kadın “Selime’ye de bu renk güzel yakışır” dedi.

  Önce sustu Çerçi Hasan sonra dayanamayıp yıllardır sakladığı ve hep Selime’ye vermek istediği kumaşı çıkartıp “Birde bunun çiçeklisi var, allı morlu güllü olanından. Sanki Selime’ye bu daha çok yakışır” dedi. Güldü Döndü kadın “Çiçeklisinden muhtarın oğlu Hıdır aldı” dedi “Bayramda istediler Selime’yi bizde Hıdır’a verdik. Hayırlısıyla bir aya kalmaz nişan yapacağız” 

 Elinden kumaş düştü Hasan’ın. Gökyüzü dönmeye başladı. Köy dönüyor, Döndü kadın dönüyor, kapının önünden beş saniyeliğine kendini gösteren Selime’yle birlikte ev dönüyordu. Ne diyeceğini bilemedi Çerçi Hasan. Ne söyleyeceğini de. Gözünden bir damla yaş süzüldü ve yere eğilip biraz önce düşürdüğü fistanlık kumaşı eline aldı. Ağzından sadece “Allı morlu güllü fistanlık” sözcükleri çıktı. Zaten ondan sonrada hayatı boyunca başka cümle kurmadı Çerçi Hasan.

  Ona sorarsanız hala 22 yaşındaydı. Yani Selime’nin muhtarın oğluna verildiğini öğrendiği yaşta! Oysa artık yetmişine çoktan merdiven dayamıştı. O günden sonra kafayı bir daha toparlayamadı Çerçi Hasan. Kimine göre delirmiş, kimine göre aklını yitirmişti. Zira o günden sonra arabaya “Allı morlu güllü” kumaştan başka hiçbir şey koymamaya başlamıştı. Tam 48 senedir her zaman olduğu gibi yine üç köy birden geziyor, akşama doğru ilk göz ağrısı Selime’nin köyüne uğruyor ve çoktan yıkılan evin önünde güneşin batmasını bekliyordu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fuzuli'nin Gazelleri

GAZEL - 1 1. Dostum âlem seninçün ger olur düşmen bana Gam degil zira yetersin dost ancak sen bana 2. Aşka saldım ben beni pend almayıp bir dosttan Hiç düşmen eylemez anı kim ettim ben bana

OĞLUM-HİkÂYE

Bu öykümü özel çocukları olan dünyanın en özel en fedakar annelerine armağan ediyorum. Sevgimle... OĞLUM Doktorun muayenehanesinden çıktığımızda, şu an da olduğu gibi gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Eşim, çocuğumuzda bir tuhaflık var dediğimde, bana kızıp, küfrettiği gibi, doktora küfretmeye başladı. “Aslan gibi oğlumu, neden psikiyatra götüreyim” diye söylenip, durdu. O yıllar, Sivas’ta çocuk psikiyatrı değil, psikiyatr bile yoktu. Mahmut’umu, Ankara’ya bir psikiyatra götürmek için, babasını ikna edebildim. Nasıl ikna edebildiğimi ne düşünmek, ne de söylemek istiyorum. Ankara’da, çocuk psikiyatrının teşhis koyması çok uzun sürmedi. Gözlerime baktı, “Mahmut otistik” dedi. Otistik… Otizm ne ola… Otistik ne ola… İlacı… Nasıl ilacı olmaz… Vardır bir ilacı… Yok mu? Peki, kaç yaşında geçer… Hiç geçmez mi… Ben iyi bir annemiyim… Babasına yazıklar mı olsun… Olsun be doktor, babasına yazıklar olsun, nasıl anladın ki bunları… Mahmut’umun sırtında dayak...