Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Felaket Görmeyen, Huzurun Kıymetini Bilmez

      Padişah acemi bir köle ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş, geminin... mihnetini tatmamıştı. Ağlamaya,inlemeye başladı.titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar,bir türlü sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı.       Herkes aciz bir vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı bir adam padişahın huzuruna çıktı. “Müsaade buyurursanız ben onu sustururum” dedi. Padişah da “lütfetmiş olursunuz” dedi. Yaşlı adam e...mretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiye çektiler. Kölegemiye yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede oturmaya başladı.          Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü. “Bu işteki hikmet nedir ?”Yaşlı adam cevap verdi: “Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı. Gemideki selâmetin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de böyledir, bir felâket görmeyen kimse, huzurun kıymetini bilemez.”
En son yayınlar

SEVGİ

  Hiç evlenmemiş ve çocuğu olmayan Franz Kafka, Berlin’de bir sokakta dolaşmaktadır. Ağlayan bir kız çocuğuna rastlar. Çocuğun parkta çok sevdiği oyuncak bir bebeği kaybettiği için ağladığını anlar. Kafka, çocuğa bebeği beraber parkta ararlar ama o gün bebeğin kaybolan izine rastlamazlar. Ertesi gün aramaya karar verirler. Ne de olsa Kafka’nın bu çok içine işlemiştir.Ertesi gün beraber tekrar ararlar. O kadar ararlar ki sonunda bir banka oturup ümitsizce birbirlerine baktıktan sonra Kafka kız çocuğuna, cebinden çıkardığı bir mektup verir. Sevimli kıza der ki: “Bu mektubu sana bebek gönderdi.” Tabi mektuba bakan sevimli kızın gözlerinin içi güler ve aynı zamanda şaşırır. Kafka kendinden emin şöyle bir banka sırtını yaslayıp iki eli ceketini yakasında, parkın ağaçlarına bakarken:“Oku bakalım ne yazmış." der. Kız sevinç göz yaşları ve minnet bakışlarından sonra mektubu açar ve okur. Mektupta, “Lütfen ağlama, dünyayı görmek için gezmeye çıktım ve sana gördüklerimi yazacağım.” Bu, Ka...

Ah'lar Ağacı Şairi Didem Madak

  Edebiyat sahnesinin çiçekli ve anne kokan şiirlerinin güzel kadın şairi, Didem Madak’ın hayat hikayesidir.... Didem Madak, 8 Nisan 1970’de İzmir’de doğar. Annesi Füsun, Madak doğduktan 6 yıl sonra şiirlerinde bahsettiği ‘uzun siyah saçlı kız’ Işıl’ı dünyaya getirir. Öğretmen olan anne babaları ile birlikte çok mutlu olan bu iki kız kardeş aynı zamanda çok iyi arkadaştırlar. “Işıl çocuktu o zaman, ben de öyle, Mevsim kesin yazdı, karpuzdan feneriyle, Hani her çocuğu başka bir çocuğa yaklaştıran bir şarkı vardır ya, Kıyıya yanaşan bir gemi gibi.”Zorluklarla geçen çocukluk yılları Didem Madak’ın çocukluğu fırtınalı geçmiştir. 12 Eylül döneminde babası okul müdürüyle tartıştığı için Uşak’a sürülür. Fakat annesi Füsun Hanım’ın tayini çıkmadığı için kızlarıyla birlikte Burdur’da kalır. Ülkenin çok karışık bir süreçten geçtiği bu dönemde yalnız kalan Füsun Hanım ve kızları korku dolu günler geçirir. Füsun Hanım bir gün, geceleri onları uyutmayan arka bahçedeki mısır yapraklarının hışırt...

Az Kuru

Üniversite'ye yeni başlamıştı. Ekonomik durumu iyi değildi. Ailesi yeteri kadar para gönderemiyordu. Mühendislik okuyordu. Çarşıda bir lokantaya girdi; - "Az kuru alabilir miyim? “ dedi. - Lokantacı hali anladı. Ağzına kadar dolu bir tabak kuru, bir de pilav getirdi. Para ise, sadece az kuru parası aldı. Talebe hergün" az" dedi; lokantacı çoook verdi. Yıllar geçti, okul bitti. Yıllar daha da geçti. Talebe zengin bir mühendis oldu. Aklına "az kuru" geldi. Atladı okuduğu şehre gitti. Çarşıda lokantanın olduğu yere gitti. Baktı ki lokanta yok. Hemen esnafa sordu: - "Buradaki lokanta nerede, sahibi nerede? “ Esnaf, - Lokanta kapandı, amca da az aşağıda oturuyor. Tarif ettiler. - Talebe gitti evi buldu. Kapıyı çaldı. Amca kapıyı açtı. -" Buyurun dedi" - Amca ben yıllar evvel burada okudum. Hep az istedim sen hep çook verdin. Amca talebeyi hatırlamadı. O her talebeye öyle yapardı. - "Hatırlamadım oğlum, yıllar oldu." dedi. Talebe, - ...

Karıncalar-Samim Kocagöz

 Kırlarda, Hermes’in oğlu Pan, dolaşıyordu. Binlerce yıldan beri gelip geçen binlerce Temmuz aylarından biriydi. Zaten yüzyıllarca önce İmparator Tiberinus’e, “Büyük Tanrı Pan öldü!” diyenler, yalan söylemiştir. O, tanrısal Ege’nin mavi kıyılarında, yeşil ormanlarında, bereketli toraklarında, kendisinden kaçıp durgun sularda saza dönen peri kızı Sirnikis’i hâlâ arar durur. Onun saz olan bedeninden yaptığı flütünü üflemekten yorulmaz. Bugün de Pan, sevgili yurdumuzun çam ormanlarının dallarında, yapraklarında inleyen rüzgârdır, kırlarında çın çın çınlayan doğanın sesidir. Pan, eskiden peri kızlarını kovalar, korkutur, kaçırırmış. Bugün, bu toprağın çocuklarının, kırlarda, tarlalarda çalışan insanlarının iki yakasında döner dolaşır. Çapadan beli ağrıyan, çift sürerken yorulan bu gidenlerin insanları, bir soluk almak için doğrulduklarında, gözlerini mavi göklere, beyaz bulutlara, yeşil ağaçlara kaldırır, Pan’ı ararlar, onun sesine kulak verirler. Ali Tosun da tarlaların arasındaki toz...

Yaşanmaz-Yusuf Atılgan

  YAŞANMAZ Kalk, kalk” diyordu biri, duyuyordum. Sol yanağım yanıyordu. Adamın vurduğu yanağımdı bu. Kolumdan tuttu kaldırdı. Gücün doğruldum. Beş altı kişi durmuş, bana bakıyorlardı. Bir de çocuk vardı. Tümünü gördüm bir bakışta. Gözleri şakıyordu. Geçen gün sucuk aldığım bakkalın gözleri geldi aklıma. Dayanamayacaktım; kahderici bir sıkıntı vardı içimde. Birden hatırladım. Eve varınca kendimi öldürecektim. Rahatladım. Dikilenlerden biri: - Sulanır mısın herifin karısına!.. dedi. - Yalan! dedim, kaygısızca. - Susun be! dedi. Ne var gülecek? Dağılsanıza siz. Üstümdeki tozları silkiyordu eliyle. Tanımadığım biriydi. Önce çocuk yürüdü; sonra ötekiler. İkimiz kaldık yalnız. Üstümdeki tozları silkiyordu boyuna. Yüzüm yanıyordu. - Ben Ali'yim, dedi. “Ali'ymiş.” - Bir Ali vardı Manisa'da… - Buralıyım ben, dedi. Şimdi sokaktan geçenler bana bakmıyorlardı. Yediğim yumruğu görmemişlerdi. - Eyvallah, dedim. Gidecektim. Kolumdan tuttu. - Olmaz. Kan var yüzünde. Şuracıkta odam, gel de ...

Okumak Deyince-Mehmet Kahraman

 Epey oldu, bir kitapçıdayım, yeni gelenlere bakıyorum. Bir de aradığım kitap var onun bulunmasını bekliyorum. Bir baba oğul da kitap arıyorlar. Muhtemelen MEB’in önerdiği 100 temel eserden bir kitabı. Bu arada oğlan kitaplar arasında dolaşıyor. Eline bir kitap aldı, baktı, evirdi çevirdi. Sonra babasının yanına gitti. Baba bu kitabı alalım mı dedi. Adam kitabı eline aldı bir önüne bir arkası baktı ve geri verdi. Okuyacaksan doğru dürüst şeyler oku. Git test çöz, ders çalış dedi. Çocuk boynu bükük kitabı yerine koydu. Koyduğu yere gidip kitaba baktım. Zarifoğlu’nun Motorlu Kuş’u. O an için kimin kitabı olursa olsun o kitap alınmayacaktı. Neden mi? Çünkü babanın okuma anlayışı belli. Ders çalış, test çöz. Bu aşamada kitap zararlı bir nesne. Çünkü çocuğun aklını çelecek ve onu derslerinden soğutacak. Aslında MEB tavsiye etmese ve öğretmenler zorlamasa diğer kitap da alınmayacak ama öğretmen zorladığı için alınıyor. Şimdi şunu düşünelim. Olay görgüsü geliştirilmemiş bu kısa hikâyede k...