Kırlarda, Hermes’in oğlu Pan, dolaşıyordu. Binlerce yıldan beri gelip geçen binlerce Temmuz aylarından biriydi. Zaten yüzyıllarca önce İmparator Tiberinus’e, “Büyük Tanrı Pan öldü!” diyenler, yalan söylemiştir. O, tanrısal Ege’nin mavi kıyılarında, yeşil ormanlarında, bereketli toraklarında, kendisinden kaçıp durgun sularda saza dönen peri kızı Sirnikis’i hâlâ arar durur. Onun saz olan bedeninden yaptığı flütünü üflemekten yorulmaz. Bugün de Pan, sevgili yurdumuzun çam ormanlarının dallarında, yapraklarında inleyen rüzgârdır, kırlarında çın çın çınlayan doğanın sesidir. Pan, eskiden peri kızlarını kovalar, korkutur, kaçırırmış. Bugün, bu toprağın çocuklarının, kırlarda, tarlalarda çalışan insanlarının iki yakasında döner dolaşır. Çapadan beli ağrıyan, çift sürerken yorulan bu gidenlerin insanları, bir soluk almak için doğrulduklarında, gözlerini mavi göklere, beyaz bulutlara, yeşil ağaçlara kaldırır, Pan’ı ararlar, onun sesine kulak verirler. Ali Tosun da tarlaların arasındaki toz...